GEOFF LECOVIN | NASM VE ATHLETIC HOUSE ACADEMY İLE GÜNCEL KAL!
Kronik inflamasyon; obezite, diyabet, kardiyovasküler hastalıklar, bazı kanser türleri ve çeşitli otoimmün hastalıklar dahil olmak üzere toplumumuzu etkileyen pek çok sağlık sorunu ile ilişkilendirilmiştir. Bu bölümde kronik inflamasyonun ne olduğunu kısaca açıklayacak ve vücut üzerindeki yükünü azaltmaya yardımcı olabilecek bazı basit yaşam tarzı değişikliklerini ele alacağız.
Akut inflamasyon, vücudun doku hasarına yanıt olarak ortaya çıkan doğal savunma mekanizmasıdır. Yaralanmaya karşı ilk koruyucu tepkidir ve mikrosirkülasyonda değişiklikler, sıvı sızması ve beyaz kan hücrelerinin damar dışına çıkıp hasarlı bölgeye göç etmesiyle karakterizedir. Genellikle kısa süreli olan akut inflamasyonun temel amacı zararlı etkenin ortadan kaldırılmasıdır. Çoğu durumda süreç kendi kendini sınırlar. Klinik açıdan akut inflamasyon, beş temel belirti ile tanımlanır: rubor (kızarıklık), calor (ısı artışı), tumor (şişlik), dolor (ağrı) ve functio laesa (işlev kaybı). Akut inflamatuar süreç, doku iyileşmesi ve onarımının gerçekleşmesi için hayati öneme sahiptir.
Buna karşılık, kronik inflamasyon koruyucu bir işlev sağlamaz ve günümüzde salgın niteliği taşıyan birçok kronik hastalıkla ilişkilendirilmiştir. Bunlar arasında diyabet, kardiyovasküler hastalıklar, otoimmün hastalıklar, artrit, bazı kanser türleri, alerjiler, astım ve obezite yer almaktadır (Khansari, N. vd., 2009).
SPEED, kronik inflamasyonun bazı etkilerini azaltmak veya tersine çevirmek amacıyla değiştirilebilen beş temel yaşam tarzı faktörünü ifade eden bir akronimdir.
- Sleep (Uyku)
- Psychological stress (Psikolojik stres)
- Environment (Çevre)
- Exercise (Egzersiz)
- Diet (Diyet)
Uyku
Çok sayıda çalışma, yetersiz uyku ile inflamasyon arasında bir ilişki olduğunu göstermiştir. Uyku düzenindeki bozulmaların çeşitli inflamatuvar belirteçlerde artışa yol açtığı bildirilmiştir. Ayrıca bu inflamatuvar süreçlerin bir kısmının kardiyovasküler hastalık, diyabet, artrit ve obezite gibi inflamasyon temelli hastalıklar ile sağlık durumunda azalma ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Uygun uyku süresinin ve uyku kalitesinin iyi uyku alışkanlıkları yoluyla korunması, inflamatuvar süreçleri azaltabilir ve genel sağlığa olumlu etki edebilir. (Miller, M.A., 2007; Simpson, N., 2007)
Psikolojik Stres
Kronik strese maruz kalma, hastalık riskinin artması ve sempatik sinir sistemi aracılığıyla proinflamatuvar genlerin ekspresyonu ile ilişkilidir (Powell, N.D., ve ark., 2013). Kronik inflamasyonun birçok belirtisi, tekrarlayan ve devam eden stres tarafından şiddetlenmektedir. Kronik ve tekrarlayıcı stres, akut ve kısa süreli stresten farklı bir inflamatuvar yanıt oluşturur. Hafif fakat sürekli yinelenen bir stresör, akut dönemde zararsız olabilecek süreçlerin inflamasyon üzerinde olumsuz etkiler yaratmasına neden olabilir. Klinik olarak, tekrarlayıcı stres ile inflamatuvar hastalık belirtilerinin kötüleşmesi arasında belirgin bir ilişki olduğu görülmektedir (Strausbaugh, H.J., vd., 1999).
Çevresel Faktörler
Kalıcı organik kirleticiler (Persistent Organic Pollutants – POPs), çevrede uzun süre varlığını sürdürebilen, gıda zincirine giren ve yüksek lipofilik özellikleri nedeniyle yağ dokusunda biriken toksik bileşiklerdir. POP’lar; bazı organoklorlu pestisitleri, poliklorlu bifenilleri (PCB’ler), bromlu alev geciktiricileri ve polisiklik aromatik hidrokarbonları kapsar.
POP’ların endokrin, immün ve üreme sistemleri üzerindeki bozucu etkileri nedeniyle sağlığı olumsuz etkilediği gösterilmiştir. Pek çok çalışma, POP maruziyeti ile insülin direnci arasındaki ilişkiye ve obezite, diyabet ve metabolik sendrom gibi metabolik bozukluklarla bağlantısına işaret etmektedir. POP’lara maruz kalan dokularda ortaya çıkan inflamasyon, bilinen bir mekanizmadır (Mostafalou, S., 2016).
Nörojenik inflamasyon, çevresel toksinlere maruziyetin bir diğer sonucudur. Kimyasallara maruz kalma, sinir hücrelerinden inflamatuar aracılar (nöropeptitler) salınımına yol açar. Nörojenik inflamasyonun; migren, sedef hastalığı (psoriasis), astım, rinit, artrit, fibromiyalji, egzama, rozasea, distoni ve çoklu kimyasal duyarlılık sendromu gibi pek çok kronik inflamatuvar hastalığın patogenezinde önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir (Meggs, W.J., 1993).
Ftalatlar (plastikleştiriciler olarak da bilinir), plastik üretiminde ve çözücü (solvent) olarak yaygın kullanılan bir diğer kimyasal gruptur. Ftalatlar; kişisel bakım ürünleri (ör. saç, tırnak ve sabun ürünleri), deterjanlar, vinil döşeme kaplamaları, yapıştırıcılar, yağlayıcı yağlar ve otomotiv plastikleri gibi geniş bir ürün yelpazesinde kullanılmaktadır.
Ayrıca ftalatlar, polivinil klorür (PVC) plastiklerinde yoğun biçimde kullanılır. PVC; ambalaj filmleri, bahçe hortumları, oyuncaklar (şişirilebilir ürünler ve bazı çocuk oyuncakları dahil) ve şaşırtıcı biçimde kan saklama kapları ile tıbbi tüpler gibi ürünlerde bulunmaktadır. Ftalat maruziyeti inflamasyona ve oksidatif strese yol açabilir ve çok çeşitli olumsuz sağlık sonuçlarıyla ilişkilendirilmiştir (Ferguson, K.K., vd., 2011).
Egzersiz
Düzenli egzersiz, kronik düşük dereceli sistemik inflamasyonla ilişkili hastalıklara karşı koruyucu etki göstermektedir. Bu etkiler, kas kökenli sitokinler –başta interlökin-6 (IL-6)– tarafından oluşturulan anti-inflamatuvar yanıta atfedilmektedir. IL-6, proinflamatuvar sitokin olan Tümör Nekroz Faktörü alfa (TNF-α) üretimini inhibe eder. Ayrıca IL-6, lipolizi ve yağ oksidasyonunu uyarır ve TNF kaynaklı insülin direncine karşı koruyucu etki sağlayabilir.
Kas dokusu tarafından üretilip salınan IL-6 ve diğer sitokinlerin (myokinler olarak bilinir) yalnızca lokal değil, vücuttaki diğer organlar üzerinde de etkili olduğu kanıtlanmıştır. Bu myokinler, düşük dereceli inflamasyonla ilişkili birçok hastalığa karşı korunmada önemli roller üstleniyor olabilir (Petersen, A.M.W. & Pedersen, B.K., 2005).
Kuvvet Antrenmanından Sonra NSAİİ (Steroid Olmayan Antiinflamatuvar İlaç) Kullanmalı mısınız?
Direnç antrenmanı, iskelet kasında hipertrofiye yol açar. İskelet kasının kök hücreleri olan uydu hücreler (satellite cells), kas hipertrofisi sırasında görülen fizyolojik adaptasyonlar ile yaralanma sonrası kas rejenerasyonu için gereklidir. Bu hücreler, hipertrofi sürecinde yeni myonükleusların oluşumunu sağlar ve hasarlı kas liflerinin onarımı için kritik rol oynar.
Egzersiz sırasında ve sonrasında NSAİİ kullanımının, egzersiz kaynaklı uydu hücre sayısındaki artışı baskıladığı gösterilmiştir. Bu baskılayıcı etkinin, egzersizden sonra sekiz güne kadar devam ettiği görülmüştür; bu da NSAİİ’lerin uydu hücre aktivitesi ile kas onarım/adaptasyon süreçlerini olumsuz etkileyebileceğini düşündürmektedir (Mikkelsen, U.R., vd., 2009).
Diyet
Enerji dengesi, makro ve mikro besin alımı ile bağırsak mikrobiyotasının durumu; diyetin tetiklediği inflamasyon üzerinde belirleyici faktörler olarak geniş çapta incelenmiş ve ortaya konmuştur.
Aşırı enerji alımı obeziteye yol açar ve obezite de kronik, düşük düzeyli bir inflamasyon durumu oluşturur.
Düşük glisemik indeksli sağlıklı karbonhidratlar, antiinflamatuar yağlar (omega-3 çoklu doymamış yağ asitleri ve tekli doymamış yağlar), yeterli protein ile vitamin, mineral ve flavonoid açısından zengin besinlerden oluşan dengeli bir diyete bağlı kalmak, vücudu “de-flame” etmenin (inflamasyonu azaltmanın) ve inflamatuar hastalıkların görülme sıklığını ve şiddetini düşürmenin etkili yollarıdır.
Diyetin inflamasyon üzerindeki etkisi, farklı besin öğelerinin C-Reaktif Protein (CRP), eikosanoidler ve sitokinler (örneğin TNF-α ve interlökinler) gibi inflamatuar maddeleri nasıl etkilediğiyle ilişkilidir.
Karbonhidratlar
Karbonhidratlar, insan beslenmesindeki temel enerji kaynağıdır ve fizyolojik etkileri büyük ölçüde glisemik yanıtlarına göre değerlendirilir. Glisemik İndeks (GI), bir besinin tüketim sonrası kan glukoz düzeyinde oluşturduğu artışa göre yapılan bir sınıflandırmadır ve karbonhidrat kalitesinin önemli bir göstergesidir. Glisemik Yük (GL) ise, alınan karbonhidratın hem miktarını hem de glisemik kalitesini dikkate alan daha kapsamlı bir ölçüttür. Literatürde, diyetin GI/GL değerleri ile çeşitli inflamatuar sitokinler arasındaki ilişkiyi ortaya koyan çok sayıda çalışma bulunmaktadır.
Diyet Yağı
Diyetle alınan yağlar; çoklu doymamış yağ asitleri (PUFA), doymuş yağ asitleri ve trans yağ asitleri dahil olmak üzere çeşitli sınıflara ayrılır ve bu yağ türlerinin inflamatuar yanıt üzerindeki etkileri kapsamlı biçimde araştırılmıştır.
Çoklu Doymamış Yağ Asitleri (PUFA’lar)
Omega-6 (n-6) ve omega-3 (n-3) çoklu doymamış yağ asidi aileleri, bağışıklık sistemi işleyişinde kritik rol oynayan eikosanoidlerin biyosentezinde öncül görevi görür. Özellikle n-3 yağ asitleri –eikosapentaenoik asit (EPA) ve dokosaheksaenoik asit (DHA)– güçlü anti-inflamatuar özellikleriyle dikkat çeker. Birçok çalışma, soğuk su balıkları gibi n-3 yağ asitlerinden zengin besinlerin tüketimi ile CRP, IL-6 ve TNF-α gibi inflamasyon belirteçlerinin daha düşük düzeyde seyrettiğini göstermiştir. Evrimsel veriler, insan beslenmesinin tarih boyunca yaklaşık 1:1 oranında omega-6 : omega-3 yağ asidi dengesiyle sürdüğünü; bunun aksine günümüz Batı diyetlerinin bu oranı 15:1 seviyesine kadar çıkardığını göstermektedir. Her iki yağ asidi grubu da esansiyel olduğu için diyetle alınmaları gerekmektedir; ancak yüksek omega-6 : omega-3 oranı, kardiyovasküler hastalıklar, kanser, osteoporoz ve otoimmün bozukluklar dahil çok sayıda inflamasyon temelli hastalığın gelişimine katkı sağlayabilir. Buna karşılık, omega-3 alımının artması ve dolayısıyla oranının düşmesi, inflamatuar süreçleri baskılayıcı yönde etki gösterir. (Simopoulos, A.P., 2006)
Trans ve Doymuş Yağlar
Hem gözlemsel hem de müdahale çalışmalarında, trans ve doymuş yağ asitlerinin bağışıklık sistemi işleviyle anlamlı şekilde ilişkili olduğu belirlenmiştir. Özellikle trans yağ tüketimi, CRP ve IL-6 gibi inflamatuar belirteçlerin yüksek düzeyleriyle bağlantılı bulunmuştur.
Sebzeler ve Meyveler
Yüksek sebze ve meyve tüketimi ile CRP düzeyleri arasında ters yönde bir ilişki olduğu, çok sayıda çalışmada ortaya konmuştur. Özellikle A ve C vitaminleri ile magnezyum gibi bazı mikro besinlerin oksidatif stres ve bağışıklık yanıtı üzerinde olumlu etkileri olduğu; bu besin öğelerinin CRP, TNF-α ve IL-6 gibi inflamatuar belirteçlerin azalmasıyla ilişkili bulunduğu ortaya konulmuştur.
Flavonoidler
Flavonoidler; sebzeler, meyveler ve çeşitli bitkisel ürünlerde bulunan polifenolik bileşiklerdir ve belirgin antioksidan, anti-inflamatuar ve immün düzenleyici özellikler sergilerler. Diyetle yüksek flavonoid alımının, plazma CRP düzeyleri ile pro-inflamatuar sitokinlerin (TNF-α, IL-6 ve IL-8) plazma konsantrasyonlarıyla ters yönde ilişkili olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
Fitoöstrojenler
Fitoöstrojenler; fasulyeler, tohumlar ve tahıllar gibi çeşitli bitkisel kaynaklarda bulunan doğal bileşiklerdir. Bu bileşiklerin belirgin anti-inflamatuar özelliklere sahip olduğu ve plazma CRP düzeylerini anlamlı ölçüde azalttığı bilinmektedir.
Probiyotikler ve Prebiyotikler
Probiyotikler, alındığında konakçı sağlığı üzerinde faydalı etkiler oluşturan yaşayan mikroorganizmalardır. Ağız yoluyla alınan probiyotik bakterilerin bağışıklık sistemini modüle edebildiği ve inflamatuar belirteçler üzerinde olumlu etkiler yarattığı kanıtlanmıştır. Prebiyotikler ise sindirilemeyen gıda bileşenleri olup, bağırsak mikrobiyotasını olumlu yönde düzenleyerek sağlık üzerinde fayda sağlayan maddelerdir. Prebiyotik takviyesinin inflamatuar göstergelerle olan ilişkisi üzerine yapılan araştırmalar, bu iki unsur arasında güçlü ve ikna edici bir bağlantı bulunduğunu ortaya koymaktadır. (Lee, H., 2013; Galland, L., 2010)
Diyet, pH ve Düşük Düzeyli Kronik İnflamasyon Arasındaki İlişki
İnsan vücudu, yaşamın sürdürülebilmesi için kandaki pH düzeyinin yaklaşık 7.4 (hafif alkali) seviyesinde çok sıkı bir biçimde düzenlenmesini gerektirir. Son yüzyılda artan endüstrileşme, okyanusların pH’ını ve bitkilerin yetiştirildiği toprağın kimyasal özelliklerini olumsuz etkilemiştir. Bunun sonucu olarak, tükettiğimiz besinlerin mineral içeriği de önemli ölçüde değişmiştir. Asidik toprak koşulları, kalsiyum, magnezyum, demir, mangan, bakır ve çinko gibi temel minerallerin biyoyararlanımını azaltmakta, dolayısıyla bazı besinlerin mineral yoğunluğunu düşürmektedir.
İnsan beslenmesindeki pH ve net asit yükü açısından da avcı-toplayıcı dönemden günümüze belirgin bir dönüşüm yaşanmıştır. Tarım devrimi (son 10.000 yıl) ve endüstrileşme (son 200 yıl), diyetle alınan potasyumun (K) sodyuma (Na) göre azalmasına; buna karşılık klorürün, bikarbonata göre artmasına yol açmıştır. Bu süreçte K/Na oranı tersine dönmüştür: Avcı-toplayıcı toplumlarda yaklaşık 10:1 olan oran, modern diyette 1:3 seviyesine gerilemiştir. Genel kabul gören görüş, günümüz diyetinin; magnezyum, potasyum ve lif açısından yetersiz, buna karşın doymuş yağ, basit şeker, sodyum ve klorür açısından zengin olduğu yönündedir. Bu durum, genetik olarak belirlenmiş beslenme gereksinimlerimizle uyumsuz bir relatif metabolik asidoz tablosuna yol açabilmektedir.
Buna ek olarak, yaşlanmayla birlikte böbreklerin asit-baz düzenleme kapasitesi kademeli olarak zayıflamakta; modern diyete uyum sağlandığında diyet kaynaklı metabolik asidoz riskinde artış gözlenmektedir. Vücut pH’ı bölgeden bölgeye önemli ölçüde değişkenlik gösterebilir: Sindirime yardımcı olmak ve fırsatçı mikroorganizmalara karşı koruma sağlamak amacıyla mide en asidik bölgedir (pH 1.35–3.5). Cilt hafif asidiktir (pH 4–6.5) ve bu özellik çevresel mikroorganizmalara karşı koruyucu bir bariyer oluşturur. İdrar pH’ı ise iç ortamın dengelenmesi ihtiyacına bağlı olarak asidik–alkalik aralıkta değişebilir.
Besinler, potansiyel renal asit yüklerine göre sınıflandırılabilir. Negatif asit yükü (daha alkali etkili) olan besinler: meyveler, sebzeler, meyve suları, patates, alkali zengin, düşük fosforlu içecekler (ör. kırmızı ve beyaz şarap, maden suyu türleri). Yüksek asit yükü olan besinler: tahıllar, etler, süt ürünleri, balık, alkali bakımından fakir, düşük fosforlu içecekler (ör. açık renk biralar, kakao).
Mevcut veriler ışığında, alkali etkili bir diyet benimsemenin kronik hastalıkların morbidite ve mortalitesinin azaltılmasında belirli bir yarar sağlayabileceği öne sürülmektedir. Bu alandaki araştırmaların odaklandığı bazı noktalar şunlardır:
- Kronik Asidoz ve Kemik Hastalığı
- Alkali Diyetler ve Kas Dokusu (Sarkopeni)
- Alkali Takviyeleri ve Büyüme Hormonu
- Alkali Diyetler ve Bel Ağrısı
- Alkali Denge ve Kemoterapi
Enflamasyon perspektifinden bakıldığında, alkali etkili besinlerin tüketilmesi; içerikleri gereği sahip oldukları makro, mikro ve fito besin profili sayesinde yukarıda bahsedilen pek çok anti-inflamatuar özelliği taşır. Bununla birlikte, bu alanda daha fazla bilimsel çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. (Schwalfenberg, G.K., 2011)
Kronik İnflamasyonu Azaltmaya Yönelik Pratik Öneriler
Uyku
- Yetişkinlerin gece 7–9 saat uyumayı hedeflemesi gerekir.
- Yatak odasını karanlık tutun ve elektronik cihaz kullanımını minimuma indirin.
- Düzenli bir uyku rutini oluşturun ve buna istikrarlı şekilde devam edin.
- Uyumadan yaklaşık 30 dakika önce hafif bir ara öğün faydalı olabilir.
Psikolojik Stres Yönetimi
- Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)
- Günlük meditasyon uygulamaları
- Akupunktur ve masaj, parasempatik aktiviteyi artırarak inflamasyonu azaltabilir.
Çevresel Toksinler
- Environmental Working Group (EWG), diyetiniz ve kişisel bakım ürünlerinizle maruz kaldığınız potansiyel toksinleri belirlemek için güvenilir bir kaynaktır.
Egzersiz
- Entegre ve bilimsel temelli bir antrenman planıyla maksimum fayda sağlamak için NASM – Optimum Performance Training™ (OPT™) modelini uygulayın.
Diyet
- Şu bileşenlerden oluşan dengeli bir beslenme düzeni benimseyin: Sağlıklı karbonhidratlar (düşük glisemik indeksli). “İyi” yağlar (omega-3 çoklu doymamış yağ asitleri ve tekli doymamış yağlar), yeterli protein, fermente (kültürlü) besinler ve besin yoğunluğu yüksek gıdalar.
Referanslar
Ferguson, K. K., Loch-Caruso, R., & Meeker, J. D. (2011). Exploration of oxidative stress and inflammatory markers in relation to urinary phthalate metabolites: NHANES 1999–2006. Environmental science & technology,46(1), 477-485.
Galland, L. (2010). Diet and inflammation. Nutrition in Clinical Practice, 25(6), 634-640.
Khansari, N., Shakiba, Y., & Mahmoudi, M. (2009). Chronic inflammation and oxidative stress as a major cause of age-related diseases and cancer. Recent patents on inflammation & allergy drug discovery, 3(1), 73-80.
Lee, H., Lee, I. S., & Choue, R. (2013). Obesity, inflammation and diet. Pediatric gastroenterology, hepatology & nutrition, 16(3), 143-152.
Meggs, W. J. (1993). Neurogenic inflammation and sensitivity to environmental chemicals. Environmental health perspectives, 101(3), 234.
Mikkelsen, U. R., Langberg, H., Helmark, I. C., Skovgaard, D., Andersen, L. L., Kjær, M., & Mackey, A. L. (2009). Local NSAID infusion inhibits satellite cell proliferation in human skeletal muscle after eccentric exercise. Journal of Applied Physiology, 107(5), 1600–1611. http://doi.org/10.1152/japplphysiol.00707.2009
Miller, M. A., & Cappuccio, F. P. (2007). Inflammation, sleep, obesity and cardiovascular disease. Current vascular pharmacology, 5(2), 93-102.
Mostafalou, S. (2016). Persistent Organic Pollutants and Concern Over the Link with Insulin Resistance Related Metabolic Diseases.
Petersen, A. M. W., & Pedersen, B. K. (2005). The anti-inflammatory effect of exercise. Journal of applied physiology, 98(4), 1154-1162.
Powell, N. D., Sloan, E. K., Bailey, M. T., Arevalo, J. M., Miller, G. E., Chen, E., … & Cole, S. W. (2013). Social stress up-regulates inflammatory gene expression in the leukocyte transcriptome via β-adrenergic induction of myelopoiesis. Proceedings of the National Academy of Sciences, 110(41), 16574-16579.
Schwalfenberg, G. K. (2011). The alkaline diet: is there evidence that an alkaline pH diet benefits health?. Journal of Environmental and Public Health, 2012.
Simopoulos, A. P. (2006). Evolutionary aspects of diet, the omega-6/omega-3 ratio and genetic variation: nutritional implications for chronic diseases.Biomedicine & pharmacotherapy, 60(9), 502-507.
Simpson, N., & Dinges, D. F. (2007). Sleep and inflammation. Nutrition reviews, 65(suppl 3), S244-S252.
Strausbaugh, H. J., Dallman, M. F., & Levine, J. D. (1999). Repeated, but not acute, stress suppresses inflammatory plasma extravasation. Proceedings of the National Academy of Sciences, 96(25), 14629-14634.
GEOFF LECOVIN
Dr. Lecovin, kayropraktik uzmanı, naturopatik hekim ve akupunktur uzmanıdır. 1990 yılında Los Angeles Kayropraktik Koleji’nden Biyoloji alanında Lisans ve Kayropraktik Doktoru unvanıyla mezun olmuştur. 1992 yılında Bridgeport Üniversitesi’nden Beslenme alanında Yüksek Lisans derecesi almış, ardından 1994 yılında Bastyr Üniversitesi’nde Naturopatik Tıp Doktorluğu ve Akupunktur alanında Yüksek Lisans programlarını tamamlamıştır. Dr. Lecovin, 2015 yılında Pennsylvania California Üniversitesi’nden Egzersiz Bilimi alanında bir başka Yüksek Lisans derecesi almıştır. Ayrıca, Ulusal Güç ve Kondisyon Derneği (CSCS), Uluslararası Spor Beslenmesi Derneği (CISSN), Performans Beslenmesi Enstitüsü (ISSN ve Performance Nutrition Diplomaları), Uluslararası Olimpiyat Komitesi (Spor Beslenmesi Diploması), Precision Nutrition (Beslenme Koçu) ve Ulusal Spor Hekimliği Akademisi’nden (NASM – CPT, CES, PES, Beslenme Koçu) egzersiz ve beslenme alanlarında ek sertifikasyonlara sahiptir. Aynı zamanda NASM’de master instructor olarak görev yapmaktadır.
